“Dünyanın başındaki belaların büyük bölümüyle paylaştığı ortak özellik, bir insan olarak kendi aklı olan kişiyi bir nesne gibi kontrol etme gereksinimidir.”

Genelde tarih özelde yakın tarih, küresel güçlerin “cennetlerini” bulma arayışında olan emekçilerin yaratığı ve nispeten yaşanabilir hale getirdiği dünyalarını büyük bir açlık ve ilkellikle bir bir yutarak yok edişine tanıklık etti. Sadece dünyalarına değil insanın kendisine, kendini bulma/bilme arayışına da yöneldi…

Bu yönelişin kendilerince mantıklı, felsefi arka planları vardı: Birçok düşünür insanı, hayat bulmacasının anahtarı” olarak gördü. Çözümlemeleri de genellikle insana dair oldu.  “İnsan kimdir, kime denir?” sorusu da insan olmanın ne demek olduğunu araştıran, bu uğraş içinde olan kişi” olarak yanıtlandı. Bu nedenle insanı, kendini aramaktan, sorular sorarak kötü hayatın ardındaki gerçeği araştırmaktan alıkoymak gereği duyuldu. Sorgulayarak “kendini bulanların” yarattığı dünyayı darbeleyerek, örseleyerek yıkan küresel aktörler, sonrasında ise insanı bu çabasından alıkoyarak, bozarak kendine ve ideallerine yabancılaştırmaya çalıştı.

Böylece “iflah olmaz, lanetli ve günahkâr” saydığı çoğunluğu, makro kozmostan-mikro kozmiğe geri büzülmüş, problemlerle dolu hastalıklı bir hayatın içine attı!

Darbeci, tepeden inmeci eril şiddetin kötücül pratiğinden doğan öyküdür bu! Demokrasiye duyarlı olmayan, “cennetlerini” karşıtlık üzerine kuran güçler bu öyküyü terk etmiyor, öyküden çıkmıyor, öznesi yaratıcısı olmaya devam ediyor.

İktidar güçleri, “Türkiye’de darbe mekaniği bitmiştir, millet iradesine yenik düşmüştür” dese de bu tastamam bir algı yönetimidir ve tüm problemli ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de güçlü bir “darbe dinamiği” vardır ve “darbe mekaniği” devrededir. Sömürge, yarı/yeni-tip sömürge ülkelerin şartlanmış politik karakteridir bu...

Açalım.

Faşizm, yarattığı “öteki”yle bir “karşıtlık” kurar ve onun varlığı üzerinde yükselir. Bu nedenle kendini yaratırken, “öteki”ni de yaratır. Yapısal olarak “öteki”nden beslenir! Ancak yarattığını eşiti değil hedefi (karşıtı) sayar. Böyle bir “hedef” olmaksızın beslenemez dahası anlamsızlaşır.

Toplumsal, ruhsal devinimi, ileri düzeyi yaratan birey ya da yapıları darbeler yoluyla ya da darbeci tutumlarla gelişim sürecinin dışına iterek nesneleştiren, nesneleştirilmeye çalışılan temel olgu da budur.

Karşıtlık!

Nesneleştirilmiş “öteki”, faşizme alan açarak işlevsel kılar. Her türlü kalkışma, direnme, dayanışma, var olma, yaşama direnci karşısında hareketli kılar.

Bu bağlamda denebilir ki, sadece ülkemiz değil, Joel Kovel’in de dediği gibi “Dünyanın başındaki belaların büyük bölümüyle paylaştığı ortak özellik, bir insan olarak kendi aklı olan kişiyi bir nesne gibi kontrol etme gereksinimidir.”

Dünyada ve ülkemizde “darbe mekaniği”ni iklimleştirerek bir “durgun tarih” ya da “tersinden tarih” yaratan da bu gereksinim olmuştur. Ve bundandır ki, Türkiye toplumu ve siyasal yapıları alışagelmiş, kabullenilmiş bir “darbe mekaniği” içinde oldu. Tarihin hemen hemen her döneminde “darbe dinamiği”nin varlığını hissetti, 12 Eylül süreci gibi sonuçlarını doğrudan yaşadı.

Erk’in, tarihsel çizgisi olduğu kadar refleksi haline de gelen bu mekanik, Cumhuriyetin kendini tamamlamamış, demokratikleşerek sosyalleşmemiş yapısından kaynaklıdır. Bir Cumhuriyet kuran ancak demokratik içeriğini ihmal eden idari yapılar, değişen çağa uyum sağlayamadıkları gibi toplumsal ihtiyaçlara yanıt olma yeteneğini de tümden yitirmiş bu da Türk siyasal yapılarının sorunu olarak kalmıştır.

Şiddet, ‘tedip ve tenkil’lerle bastırılmaya çalışılan, Kürtler ve Sol güçler bu sorunsalın ana dinamiği olarak kabul görmüş ve bu sorunlar bilinçli bir refleksle çözüm dışı bırakılarak günümüze taşımıştır.

Türkiye’de “darbe mekaniği”nin devrede olması, 12 Eylül’lerin güncellenerek bir biçimde devam etmesi “tehdit algısı”nın bu çarpık faşizan anlayışa dayandırılmış olmasındandır.  Dolaysıyla darbeler, algı yönetiminin propaganda ettiği gibi, “vatanın bölünmez bütünlüğünü, birlik ve beraberliğini korumak” amaçlı değil, erk’in birey ve toplumu kontrol etme, halkların tarih içindeki demokratik yolculuğunu dumura uğratma böylece ülkeyi, “durgun tarih” ya da “tersine tarih” ikliminde tutma amaçlı olarak geliştirilmiştir.

Bu mekanikte, gerçek yurtseverler, ilericiler, aydınlar “tehdit” (dolayısıyla ‘öteki’) olarak anılarak lanse edilmiş; halkları uygarlık tarihinin ve tarihsel evrimin dışında tutarak yoksullaştırıp yalnızlaştıranlar ise “gerçek vatansever” olarak anıla gelmiştir.

Hakikat şudur ki, “zaman” yaraları sarmaz ve halkları şiddet ikliminden uzaklaştırmaz. Aksine öz dinamiklerinden yoksun zaman, şiddeti tolore eder, güncellenerek sürmesine olanak tanır. Zamanı devrimci değişimci kılan, zaman içindeki yolculuklardır. Yolculuklar yani devinim zamanı cesaretlendirir ve böylece zaman şiddeti kusar, dışlar, dışına atar.

Darbe dinamiği ve mekaniğinin bugün de varlığını hissettirmesinin, halklara karşı bir tehdit unsuru olarak kalmakta oluşunun önemli bir nedeni sol demokratik güçlerin darbe ya da darbeler karşısında aldığı tutumdur. Bu tutumda Kürt demokratik güçleri önde olsalar da bu mekaniği tümden işlevsiz kılacak koşulları yaratmada yetersiz kalmışlardır. Sol ise, 12 Eylül sürecinden yenilgili çıkmış, bir daha da kitleselleşme, toplumsal güç olma yeteneğini gösterememişlerdir. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’deki “darbe dinamiği” ve “darbe mekaniği” hakkında tam aydınlanmamış olmalarıdır. Ancak hepsi bu değildir; darbelerin toplumda özellikle de demokratik sol yapılar üzerinde yarattığı etkileri, tahribatları, yıkımları, saptırmaları, dejenerasyonları doğru tahlil edememeleri de önemli bir neden gibidir.

Yenilmişlik, özeleştirisizlik bunun yol açtığı çözülme ve küçülmeler önemli politik kayıplara yol açmış, demokratik taban yaratmaktan kaçınan, büyüme doğrultusu oluşturamayan bir alanda tutmuştur.

Demokratik solun olumlu yanı ise, (nedeni ne olursa olsun- ki bu ayrı bir tartışma konusu-) Kürtlere ve Kürtlerin geliştirmeye çalıştığı demokratik değişim mücadelesine ilgi duymaları ve tam da bu noktadan halkların birliğine, demokratik barışçıl mücadelesine güç vermeye çalışıyor olmalarıdır.

Darbe dinamiklerini zorlayan tek halka da budur ve darbe tarihleri özeleştirisi de bu hakla üzerinden yapıldıkça “darbe mekaniği” devre dışı kalabilir.