Bilindiği gibi 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaktadır. Ancak 5 Haziran, bizler için hiçbir zaman kutlanacak bir gün olmamıştır. Aksine; bu gün, ekolojik yıkımı alenileştirdiğimiz, çevreye karşı işlenen ihlallerle mücadele ettiğimiz ve bu mücadelelere çağrılarımızı yinelediğimiz gündür. Tüm bu sebeplerle TMMOB Çevre Mühendisleri Odası olarak 12. Olağan Genel Kurul’umuzda 30 Mayıs - 5 Haziran tarihleri arasındaki haftanın Çevre Mühendisleri Odası birimlerince “Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası” olarak kutlanmasına karar verilmiş olup dolayısı ile bu günün haftasını bizler de Ekolojik Yıkım ile Mücadele Haftası olarak kabul etmiş bulunuyoruz.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da “Ekolojik Yıkım ile Mücadele Haftası”nda tüm doğa mücadelelerine omuz vermek, desteğimizi yükseltebilmek adına tüm yıkım, talan ve ihlal projelerine karşı çağrımızı haykıracağız. Bu karşı çıkışımız, yürütmekte olduğumuz ekoloji mücadelemizin sorumluluğu gereğidir. Ekoloji mücadelemiz; antikapitalist, kadın özgürlükçü, hiyerarşik olmayan mücadeledir. Bu mücadele toplumsal muhalefetin önemli bir bileşeni olduğundan dolayı yatay örgütlenmesinin büyümesi oldukça önemlidir.
Günümüzde evrensel bir doğru olarak kabul edilen ve tüm hava olaylarının sıklığı ile yoğunluğunu arttıran iklim krizi gerçekliğinin etkilerini oldukça şiddetli yaşıyoruz. İklim krizi olarak tanımladığımız gerçekliği hızlandıran, günden güne dünyayı etkisi altına almasına katkı sunan ve doğayla aramızdaki arz talep ilişkisini bozarak doğanın artık ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak duruma gelmesine sebep olan maalesef ki insan eliyle doğaya bulunulan müdahalelerdir. Yani doğaya karşı işlenen ekolojik ihlallerdir. Bu müdahaleler ile ihlallerin sebeplerini bölgeler arasında uygulanan merkezi politikaları da göz önünde bulundurarak iki başlık altında toplayabiliriz. İlkini güvenlikçi politikalar olarak, ikincisini ise sermaye gruplarının rantına yol açmak olarak ifade edebiliriz.
İklim krizini hızlandıran ihlallerin başında orman kıyımları gelmektedir. Aksine en büyük yıkım politikaları da ormanlarımız üzerine yürütülmektedir. Orman kıyımları aslında salt ağaç kesiminden ibaret değildir. Aslında bölgenin canlısızlaştırılması çalışmalarıdır. Çünkü tarım ve hayvancılığı bitme noktasına getirmesinden dolayı bölgenin insansızlaşması demektir. Aynı zamanda o bölgeyi kendine yaşam alanı edinmiş orman canlılarının da yok olması demektir. Bu çalışmalar bazen gençleştirme, güvenlik, madencilik, enerji eldesi gibi türlü gerekçelerle yapılan orman kesimleriyle bazen de faili meçhul olan orman yangınlarıyla gerçekleştirilmektedir. Yok olan ormanların yerine bazen kapitalist sistemin parçaları olan oteller ya da fabrikalar gibi yapıların bazen de güvenlikçi yapıların yükseldiğine şahitlik ediyoruz.
Ormanların yok olması, çevresel doğa felaketlerine davetiye çıkarmaktadır. Ormanlarımız aslında en büyük karbon yutak alanlarımızdır. Karbon salınımı arttıkça küresel ısınma ivmelenecektir. Ormanların yok olması karbon salınımını ve sıcaklığı arttırır, yağışları düzensizleştirir, buharlaşma dengesini ve yüzeysel su akış düzenini bozar dolayısı ile sellere ve su baskınlarına sebep olur, totalde ekosistemin çökmesine sebep olur diyebiliriz. Bizler son yıllarda aşırı sıcaklık artışı, kuraklık, su kıtlığı, ani-şiddetli-kısa süreli yağışlar ve seller, gitgide artan orman yangınlarıyla mücadele ediyoruz. Bu felaketlere karşı alabileceğimiz en etkili önlemlerin başında orman varlıklarımızı korumak ve çoğaltmak gelmektedir.
Bugüne kadar Bingöl/Karacehennem bölgesi Şırnak bölgesi gibi birçok yerde uygulanan orman kesim politikalarına; yanlış yerel politikalar ile Hewsel ve Van Gölü gibi doğa harikalarına müdahalelere; Bingöl/Servi-Bingöl/Kiğı bölgeleri ile Munzur Dağları gibi alanlarda yürütülmeye çalışılan hoyrat madenciliğe; bölgemiz genelinde planlanan ihtiyaç fazlası HES’lere; İzmir Körfezinin ve Marmara Denizinin adeta atık deposu olarak kullanılmasından ötürü gelişen müsilaj sorununa; karşı en demokratik hakkımız olan teşhir etme itiraz etme gibi tavrımızı net olarak göstermiş olduk. Bundan sonraki süreçte de sermaye gruplarını zenginleştirirken halkın geleceğini ve ekolojik yaşamın sürekliliğini yok eden rant ve yıkım projelerine kentimiz için, doğamız için, halklarımız için en doğru şekilde karşı duruşumuzu sergilemeye devam edeceğiz.
Bizler TMMOB bileşenleri olarak mevcut ekolojik sorunları ortaya koyma ve çözüm önerilerinde bulunmaya yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Sonuçta bu tür sorunlar merkezi politikalara paralel ilerliyor. İyileştirici konumunda değiliz maalesef ancak tespit-teşhir-önerilerden de geri durmuyoruz. Hem yurttaşlık sorumluluğumuz gereği hem toplumsal hassasiyetimiz gereği hem de yasal görevimiz gereği hepimizin ortak görevi ve sorumluluğu doğamıza sahip çıkmaktır. Gerçekleşen ihlallere karşı güçlü bir demokratik tavır ortaya koymaktır. Her platformda dediğimiz gibi teknik ve hukuki sınırlarda, TMMOB’un ilkeleri ışığında tüm mesleki birikim ve becerilerimizle emeğin, bilimin ve doğanın yanında; bilim ve teknik ekseninden sapan her çalışmanın, her uygulamanın, tüm yıkım politikalarının karşısında duracağımızı, bu hassasiyetle yaklaşan tüm kesimlerle ilkelerimiz doğrultusunda ortak hareket edebileceğimizi belirtmek isteriz.
2023 yılı ulusal ve küresel kapitalizmin yarattığı ekolojik yıkıma karşı mücadelemizin büyüyeceği bir yıl olmasını umuyoruz.
TMMOB ÇMO Diyarbakır Şube Başkanı