Rae haq(i)/Alevilerde günümüzde azalmış olsada çokça Müslim (kimi zaman Müslüm olarakta telaffuz edilir) ismi bulunmaktadır.
Ebu Müslim ile alakalı elimizde çok fazla tarihi kronolojik bilgi bulunmamaktadır.
Tarih aktarımlarında Ebu Müslim hakkında bölük pörçük bilgiler ve toplum hafızasında kalmış kimi anektodlar bulunmakta olup daha çok Rae haq(i)/Alevi cemaatın da önemli bir yere sahiptir. Ve bu, tarihsel bir lider kültü referanslı olmakla beraber din felsefesi (eskatoloji) açısından da önemli bir yeri bulunmaktadır.
Ebu Müslim kimdir
Rae haq(i)/Alevilerde günümüzde azalmış olsada çokça Müslim (kimi zaman Müslüm olarakta telaffuz edilir) ismi bulunmaktadır.
Abū Muslim, veya tam olarak Arapça بو مسلم عبد الرحمن بن مسلم الخراساني ʿAbd ar-Rahmān ibn Muslim al- Xurāsānī. Kimi kaynaklarda 720 yılında Merv veya İsfahan’da doğduğu, 755 yılında ise Kufe’de Abbasi halifesi Seffah tarafından iktidarı için tehlikeli olabileceği için öldürüldüğü anlatılmaktadır.
Emevi saltanatına son verip Abbasi hanedanlığının kurulmasını sağlayan tarihi asker ve ‘’dini’’ liderdir. Etnik olarak kimi kaynaklarda Pers bir köle, Kürd veya Yemenli bir Arap olduğu yazılmakta olup inanç kökleri ve Kürdlerce kutsanması Kürd olma ihtimalini güçlendirmektedir.
Hamza İsfahani’ye göre; islam dinini kabul etmeden önce babasının ismi Vendad Hormazd, kendi ismi ise Behzadan idi. Abdurrahman olan asıl ismi ve paraların üstünde bulunan Ebu Müslim lakabı ise daha sonradan Abbasi klanının lideri ve imamet iddiasında olan İbrahim tarafından verilmiştir.
Behzadan Pehlevice Beh; iyi, zad; doğan, an; çoğul eki olup ‘’iyi doğanlar’’ anlamına gelmektedir. Burada soylu/aristokrat kökenli bir kişiye hitap ediliyormuş gibi ismi çoğul olarak kullanıldığının altını çizmek isterim, mesela ……hazretleri, …….. majesteleri v.s. gibi.
Behzadan ismi Ebu Müslim’in aristokrat kökenine vurgu yapan bir sıfat mı yoksa normal ismi Behzad olduğu halde sonradan kutsanıp Behzadan mı denildiği noktasında eldeki bilgi yetersizliğinden şimdilik net olarak bir tespitte bulunmak mümkün değildir.
Müslim sıfatı
Arapça muslim مسلم [#slm mufˁil IV fa.] teslim olan, islam olan < Arapça islām إسلام teslim olma, islam dini anlamındadır. ( Nişanyan sözlük)
‘Müslümanın babası’ anlamına gelen Ebu Müslim ismini bir üstte bahsettiğimiz gibi Abbasi ailesinin o günkü lideri olan İbrahim bin Muhammad ona vermiştir.
Rahatlıkla anlaşılacağı üzere ‘’Müslim’’ bir isim değil aksine bir (ünvan) lakaptır. Sonraları bu onun gerçek isminin önüne geçmiş ve lakabı ile anılmıştır…..
Daha doğrusu Müslim bir sıfattır. Burada yapılmak istenen siyaset; Emevilerin aslında gerçek islamı temsil etmedigi aksine karşıt olduğu ve islami bozduğuna atıf yapılmış ve kitleleri, ki, büyük oranda islama geçmiş olan Mevali ve diğer Arap-islam karşıtı İraniler ile Emevi yönetiminden rahatsız olan müslüman Arapları Emevi saltanatına karşı kışkırtarak örgütleyip harekete geçirmek ve önderini meşru (tanrı buyruğu gibi) ve ‘’islamı kucaklayan ona karşı olmayan’’ gibi algı yaratmak için “islam olan” anlamındaki Müslim sıfatı bilinçli olarak öne çıkarılıp kullanılmıştır….
Tamda bu sebepten dolayı Müslim, Alevilik dininde bu denli önemli ve bu ismin fazla olmasının sebebi tarihi-dini bir kişilik olan Ebu Müslim’den kaynaklanmaktadır…
Teberdar Sıfatı
Ebu Müslim başta Kürdler olmak üzere diğer İranilerce ayrıca Tev(b)erdar sıfatlı olarak anılmaktadır….
Teber; kimi dervişlerin taşıdıkları sapı uzun, keskisi ayça biçiminde, meşin kesmek için de kullanılan küçük ve hafif baltaya Persçe تبر [tabar] denilmekte olup Tev(b)erdar ise baltalı anlamına gelmektedir.
Aslında Teber/balta, efsanevi kişiliğin, Ali’nin Zülfükarı’nda olduğu gibi Ebu Müslim’in sembolüdür. Onu en mükemmel şekilde betimleyen bir silah olan teber ona, “öteki dünyanın bir unsuru olarak oraya kabulü sırasında bahşedilmiştir’’.
Bektaşi tekkelerin de ise kireçle beyazlatılmış duvarlarda hâlâ yerini korumaktadır!..
Teber, Bektaşilerde esas anlamını yitirmiş, sadece dekoratif bir sembol olarak kalmış olsa bile, Ebu Müslim kültü, bellerinde ki kuşaklarında kendileri için değeri olan diğer cisimlerle birlikte taşıdıkları küçük baltaya “Ebu Müslim’in teberi” demiş ve kendilerine muhtemelen bu yüzden ‘’teberci veya teberkâr’’ diye adlandıran gezgin Kalenderi, Haydari ve diğer ortodox sufiliğe bağlı olmayan Dervişler arasında da 19.yy. sonlarına kadar kendisini yaşatmıştır.
Ebu Müslim kültünün teolojik kökeni
Eski irani inançta tanrı (Mihtra-Mir) insan donunda yeryüzüne gelir ve kötülüğü yok edeceğine inanılırdı ve bu ‘kutsal ruh idi…
Bu inanç sonraları İslam inancı ile İranilerde karışmış; kutsal ruh (ruh-al qudus) Muhammette kendisini göstermiş ondan Ali’ye ondanda Hasan ve Hüseyine …. geçip enkarne olmuştur. Yani tanrı enkarne ile yeryüzüne gizli gelir ve bu yüzden peygamber veya imamlar onun ruh-ışığının taşıyıcısıdır.
Tanrı bütün peygamberlerde Adem ve Muhammed’e kadar enkarne olmuş sonra Ali ve Ebu Müslim de tecelli etmiştir. Dolayısıyla tanrı insan bedeninde enkarne (hulul) olarak Ebu Müslim bedeninde yeryüzüne geldigine yada daha farklı bir ifade ile kendisini gösterdiğine inanılmıştır.
Şehristani’ye göre Ebu Müslüm Keysaniliğe bağlı ve 737 yılında Kufe’de Emevi Valisi Halid El-Kasri’ye karşı ayaklanma düzenlemekten yakalanıp sonra diri diri yakılan El-Mugira bin Said taraftarıdır. El-Mugira, fanatik bir şii mezhebinden olduğu sanılan aslında manici-mazdekçi dini inançlarının karışımı bir doktrini, insanlara tebliğ etmekteydi….
Ebu Müslim, Mazdek, Manici ve Zerdüşti olarak kalan İranilerin sevgi, şefkat ve desteğini kazanmış ve bu sayede Emevi-Arap egemenliğini ortadan kaldırmıştır.
Ebu Müslim’in mitos haline gelmesi
Ebu Müslimiye; Rızamiye-Revandiye fırkaları ile beraber Abbasi imamiyet daveti ile ilişkili olup Ebu Müslim’in ölümünden sonra bu iki fırka çevresinde kurumsallaşmış sonra Hürremi çevrenin etkisiyle daha geniş bir alana yayılmış ve heterojen bir kavrama dönüşmüştür.
Burada Revandiye yeni Platoncu (Plotinus) felsefe ışığında, Abbasi halifesi Ebu Cafer’i ilah Ebu Müslim’i ise nebi olarak görmüş ve batıni (ilahi) alemde Akıl ve Nefs, zahiri (maddi) alemde Ebu Cafer ve Ebu Müslim olarak yansıdığını ve kendilerini bu maddi formda gösterdiğine inanmışlardır. Böylece Haşimi ve mevali soylar uzlaştırılmış olup birliğe atıf yapılmıştır.
Ebu Müslim’in adı, yaklaşık bir yüzyıl boyunca İran topraklarında merkezî yönetime ve ortodoks İslam’a karşı düzenlenen isyanların gerekçesini oluşturmuştur. Öyle ki müstesna insanın “kan hakkı” neredeyse her inançtan insanlar tarafından iddia edilmiştir. Ebu Müslimiye adını alan mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu mezhepler onu, “gizli imam” olarak benimseyip, tekrar dönüşünü gözlemiş ve tüm diğer peygamberlerden daha üstün bir makama oturtmuştur.
Ebu Müslim’den başkaca eski İrani inançlarda tanrı farklı formlarda dünyaya geldiğine inanılırdı. Tanrı insan bedeninde geldigi zaman insanlar onun saf ışığından kör olmasın diye kendisini perde/örtü ile gizler. Tamda bu sebepten dolayı al-Muqanna (peçeli) kendisinin tanrının enkarne olmuş hali olduğunu söylemiştir.
El-Mukanna kehanetine Merv’deyken başlar. Bütün peygamberlerde, son olarak da Ebu Müslim de cisimleşen tanrı ruhunun Ebu Müslim’den de kendisine geçtiğini öne sürmektedir. Takip edildiği için Transoksiyan’a gider ve Sanem Dağı’ndaki önemli bir kaleye yerleşir. Taraftarları beyaz giydiklerinden “Sepid Camagan” (beyaz gömlekliler) lakabını almıştır.
Asırlar boyu İran toplumunda zaten var olan bu öğretiler, tek tek yeniden ortaya çıkmıştır. 806 yılından itibaren Araplar, bu öğretileri benimsemiş mezhep mensuplarına, kırmızı renkli bayrakları ve kıyafetleri benimsediklerinden “Muhammira” (kırmızı sancaklı adamlar) adını vermişlerdir. Kırmızı sancaklar da Ebu Müslim efsanesinde yankı bulacaklardır.
Ebu Müslim’in ölümü, ortodoks İslam’a büyük oranda girmemiş olan İran’da önemli çalkantılara neden olmuştur. Bu çalkantılar önce Manici, Mazdek’in daha özgür sosyal öğretisi içinde yaşayanlar ve Zerdüşti olarak kalmış çevrelerde gözlemlenmiştir.
Ebu Müslim taraftarları 800 yılların başındaki Hürremi Babek isyanına da yoğun bir şekilde katılmışlardır.
İslamiyetin yayılması ile zalimane baskılara hedef olan bu inançlara sahiplenenlerin kalıntıları varlıklarını sürdürebilmek için ‘’şia’nın uç mezheplerine sığındılar veya kendilerini o cenahtaymış gibi gösterdiler’’….
Alevilerde yaygın bir isim olarak Sakine
Burada yeri geldiğini düşündüğümden ufak bir paragraf açmak isterim.
Alevi inancına sahip kimi insanlar eskiden kızlarına bir hayli Saikna-Sa(e)kine ismi verirdi.
Sâkine(t) ساكنة "yerleşik, barışçıl" olup uzun i ile Sekîne Arapçada eş anlamlı fakat ayrı isimdir. (İmam Hüseyin ile Rebab'ın küçük kızının adı Sekine idi.) Türkiye'de ise Sakine adını Kürt illerine özgü bir varyantı görünüyor. (Nişanyan Türkiyede Kişi Adları Sözlüğü)
Kimi tarihi anlatımlarda Sakine veya Rabia Ebu Müslim’in kız kardeşinin adı olarak geçmektedir: Sekine adı epik geleneğinde de kullanılan bir isimdir. Bu isim, aynı zamanda İmam Hüseyinin müzik ile ilgilenen daha doğrusu bir müzisyen olan kızının adıdır. Yani bizdeki Saikna/Sakine isminin mantıki kökeni ya İmam Hüseyin’in kızı yada Ebu Müslim’in kız kardeşinin isminden geldiğini söylemek yanlış olmasa gerek.
Sonuç olarak
Abbasiler, Emeviler dönemindeki mutlak hakim olan ve ‘’milleti necip’’ olarak kendisini gören Arapların yanına islama geçmiş irani müslümanlara da (mevali) iktidardan pay vererek bu eşitsizliği bir nebze ortadan kaldırmıştır.
Dolayısıyla Abbasi devriminden sonra mevali kesim iktidardan pay sahibi olur. Böylece Abbasilere yedeklenmiş olan bu kesim, islam dinini kuşanmış Araplara karşı olan muhalefetin bölünmesine sebebiyet vermiştir. Böylece islam İran coğrafyasında artık kesinlikle kalıcı olmaya başlayacaktır. Mevali ve Araplar arası çatışma ‘’düşük yoğunlukta’’ mezhep-meşrepler üzerinden günümüze kadar devam etmiştir. Arap-islam egemenliğini kabul etmeyen kimi batı İrani kesimler uzun süre Abbasiler ile çatışmaya devam etmiştir.
Günümüzdeki Aleviliğin alt yapısını oluşturan ve Müslimiyenin de içinde bulunduğu ‘’Gulat-ı şia’’ olarak tanımlanan kesimler ise Abbasi devriminde önemli katkıları olmasına rağmen istediklerini bulamamış ve Haşimi soy ile girişilen uzlaşı siyasetinden vaz geçmiş, tekrardan muhalif konuma düşmüş ardından Hürremi Babek hareketine katılmışlardır. Hareketin yenilgisinden sonra arta kalanlar ise içine kapanıp, dış dünya ile ilişkilerini sonlandırarak kendi içerisinde geliştireceği kurumsal bir yapıyı güçlendirerek hayatta kalmanın yollarını aramışlardır.
Bu ideal dünyevi beklentilerden vazgeçmek anlamına gelmekteydi. Bu dünyada (sufli alem) kurtarılmış nesiller (Alevilikteki güruhu Naci veya 73. millet anlayışı c.ö) olduklarını ve başkalarını kurtarmak gibi bir görevlerinin olmadığını ve bu dünyada çilelerini tamamlayarak bir an önce kurtulmayı beklemeleri gerektiği inancını öne çıkarıp bu düzlemde siyaset uygulamaya koyuldular. Zaten bu teolojilerin de olan bir şeydi de. Aslında yapılan siyaseten kaybediş yani yenildiklerinin itirafıdır. Yalnız Gulat-ı şia içinde tanımlanan bazı kesimler sonradan İsmaili Karmati ve Fatimi devletlerini kuracaklardır. Özellikle Fatimiler eski teolojiyi bir hayli törpülemiş daha doğrusu yoğun sunni topluluk karşısında törpülemek zorunda kalmıştır.
Ebu Müslim sonrası taraftarları Hürremiler içinde erimiş, diğer Mani ve Mazdekçi gruplar ile beraber günümüzde Alevilik (Rae haq), Yarsan (Kakai), İsmaili (Karmati, Fatimi, Dürzi, Nizari fırkaları) Nusayri grupların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.
Not: Diroka Kurdistan sitesinde yazdığım bu makaleyi yeniden düzenleyip kimi eklemeler yaparak tekrardan yazdım.
Kaynakça;
Franz-Christoph Muth: Der Kalif al-Manṣūr im Anfang seines Kalifats (136/754 bis 145/762): aus d. arab. Chronik von aṭ-Tabarī übers.
Theodor Haarbrücker: Abu-'l-Fathʻ Muhʻammad asch-Schahrastâni's Religionspartheien und Philosophenschulen, zum ersten Male vollständig aus dem Arabischen übersetzt und mit erklärenden Anmerkungen versehen
Henry Corbin: İslam felsefesi
İrene Melikoff: Abū Muslim
Said Nefisi: Babek
Güntay Gençalp: Əməvilərin devrilişi Abbasilərin iqtidara gəlişi
Ali Avcu: İslam’ın ilk Marjinalleri Gulat-ı Şia
Muhammed b. İshak en-Nedim: el-Fihrist
Heinz Halm, Die Schia