Kişiye yönelik yazı yazmak tarzım olmadığı gibi pek hoşlandığım bir şey de değildir. Vicdanım beni rahat bırakmadığı için bu tarz bir yazı kaleme alıyorum.
İnsan egosu olan bir canlı varlıktır ve bu kiminde alt düzeyde kiminde ise tavan halindedir. Bunun da kişiyi nereye kadar götüreceğini kestirmek mümkün değildir. Sonucunda kimi zaman olumsuz hatta korkunç derece ve hallerde olabildiği kadar başarı veya olumlu şeyler için de ego lazımdır. Her halükarda bunun bir sınırı ve toplumsal faydalarının olması gerekmektedir. Aksi sürekli bir marazilik hali üretir ve bu da pek çekilebilir durum değildir.
Hüseyin Aygün de egosu hayli hormonlu olan bir vatandaştır. Öyle ki 10 Kasım'da:
"Değerli gençler, Hilafet-şeriat devleti Osmanlı'yı yıkıp, laik-çağdaş bir Cumhuriyet kuran Atatürk'ü hep anmalısınız. Bu büyük Cumhuriyet'in tekçiliği -ve Aleviliğe karşı 500 yıllık düşmanlık- ile idam edilen masum Seyit Rıza'yı da hep anabilirsiniz. Size bir "ağabey" nasihati..."

böyle bir tweet atarak Seyit Rıza şahsında kader yoldaşları, katliama-soykırıma uğramış bir halkı ve onlara bunları yapan en tepedeki merciinin sembolü olan Mustafa Kemal’i aynı potada buluşturacak kadar…
Ne kadar uçuk değil mi?
Yoksa mezhebi geniş mi denmeli?
Hayır, hayır!
Vatandaş ne dediğini gayet iyi farkında.
Her şeyi planlamış ve ona göre davranıyor.
✮✮✮
Evet, H. Aygün hep "bir şey" olmak istemiş ve bu uğurda Türk solu bir örgüt ile ilişkilenmiş sonrasında buradan kendisine bir şey çıkmayacağını anlamış, üstüne illegalcilik oynamak tehlikeli idi ve bu yüzden burayı kısa bir süre sonra terk etmişti.
Ama egosu bir türlü tatmin olmuyordu ve bunun giderilmesi gerekecekti. Zaman kaybetmeden "Dersim kanaat önderliğine" soyunuverdi. Bunun için de Dersim dili ve kültürüne sarılmaya başladı. Eee Dersim meselesi ağırdır ve bunu kaldırmak için de gözü kara olmak gerekiyor. İşte bu da onda olmayan bir özellik idi. Bir iki siyasi çıkış yapmaya kalktı ama sonucunda Dersim'deki alayda görevli bir ulusalcı subay tarafından kulağı çekilince kuyruğunu kısıp soluğu Anıtkabir'de almış ve aman dilemiştir.
Ne "erdemli" bir davranış değil mi!
Maça yetmiyorsa neden babalanır ki insan!
Doksanlı yıllarda Dersim’de Hüseyin Aslan diye biri vardı. Rakıcı idi, yaşlanıp da parası bitince kendisine rakı ısmarlayacak insan arardı gariban. Gençten kimi makaracı buna gaz verip mebus olmasını kulağına fısıldadı, o da çilingir aşkına buna inandı. Makaracı gençler bunu yalandan seçim çalışması için Pertek'e götürürler. Orada siyasi konuşma yapması gerektiği kendisine söylenir ve bir tabureye çıkartılır. Hüseyin Aslan da ajitasyon yapmak için şöyle demeye başlar; "Ne kadar polis varsa..." , ki, o esnada oradan birkaç polis beliriverir, o da hemen dümeni kırar; "O kadar da bekçi var" der.
Burada ki "Hüseyin’lik" tesadüf müdür!.
✮✮✮
Bir bakıyoruz yalandan çattığı Kılıçdaroğlu’nun başkanı ve bagajında katliam, soykırım, pogrom ve her türlü lanetin olduğu partiden mebus olmuş?
Bu ne hız yahu!
Hızlı Gonzalo musun be mübarek!
Son yirmi yıldır Türkiye’yi İslamcı Türkler yönetmektedir. Artık bu kesim "devletlu" oldu ve üstüne ulusalcıların epey bir mevzisini de ele geçirdiler.
Hüseyin bu durumdan hemen kendisine vazife çıkartarak ulusalcıların yüz senedir sattığı; Alevilere İslamcılık sopasını piyasaya sürmeye çalışıyor. Böylece Alevilerin İslam şeriatı fobisini kaşımaya çalışıyor. Bunun üzerinden Alevi toplumunu Türk ulusalcılığına (faşizm diye okuyun) yedeklemeye çalışıyor. Bunu yaparken ulusalcı takıma mavi boncuk dağıtarak "beni görün ve değerlendirin" demektedir. Evet, Türkiye’yi son yirmi yıldır merkezinde Türk İslamcılarının olduğu ve kimi ulusalcı kliklerin de desteklediği bir iktidar yönetmektedir. Bu İslamcılar arasında sayıları yüzde beşi zor bulan bir kesim var ve islam şeriatını istemektedirler. Ama ezici çoğunluk şerri bir yönetimi tasvip etmemektedir. Kaldı ki Türklerde şerri sisteme karşı ciddi bir kitle bulunmaktadır. Bu işin uluslararası boyutu, tarihsel arka planı Türkiye'de şerri bir yönetime izin vermez. Bakın son yirmi yılda anayasaya eklenmiş tek bir şerri kanunu geçelim böyle bir kanun teklifin de dahi bulunulmamıştır. Bizler, bilgimiz ve tecrübemiz ile biliyoruz ki Seyit Rıza ve kaderdaşlarını idam eden toplumumuza soykırım uygulayan ve sonraları genelde Alevilere yapılan saldırıların arkasında hep ulusalcı Türkler olmuştur. Bu takımın laikliği de sahte ve göstermeliktir.
Kaldı ki bundan birkaç yıl önce ikinci ikametgahını şeriat ile yönetilen İran'ın Ankara konsolosluğuna almıştı. İlanlar vererek İran ile ticaret yapmak isteyenlerin kendisine başvurmasını istiyordu...
Ey para, sen nelere kadirsin! Kısaca H. Aygün’ün; Alevileri şeriat ile korkutmasının pek bir karşılığı bulunmamaktadır.
Gelelim "Cumhuriyet'i" kutsama iddiasına. Osmanlı'nın Sünni hanefi tandaslı ve 'Alevi alerjisi' olduğu biliniyor, son yüzyılında devlete çoğunlukla asker ve sivil bürokratlar hakimdir hele Sultan Reşat, Vahdeddin ve ardından Abdulmecit Efendi'nin yetkileri sınırlı sadece birer sembolden öte bir şey değildirler. Oysa ki Cumhuriyet'te Mustafa Kemal'in yetkileri onlar ile kıyaslanamayacak kadar fazla ve moda tabir ile "tek adamdır."
Devam edelim, bakın İran, Afganistan, Çin, Kuzey Kore, Suriye vs. gibi devletler cumhuriyet ile yönetilir. Bu ülkelerde demokrasi "haq getire" boyutundadır. Buna karşın her ne kadar yetkileri törpülenmiş olsa da Belçika, Hollanda, İngiltere, Skandinav ülkeleri monarşi ile yönetilmekte ve bu devletler birer demokratik devlettirler. Şimdi sizler, H. Aygün'ün çıkarı için kutsadığı demokrasi karşıtı olan cumhuriyete mi yoksa demokrasinin olduğu monarşik ülkelerde yaşamak veya komşu mu olmak istersiniz?
✮✮✮
Evet, sevgili hemşehrilerim ve dostlar, dünyada toplumların acılarını pazarlayan ve buradan geçinen insanların olduğunu biliyoruz. Malesef Dersim-Alevi toplumunun acılarını pazarlayan, mağduriyetinin üzerinde tepinen böylece kendisine maddi çıkar sağlayan veya sosyal-siyasal paye elde eden/etmek isteyen karekterler bulunmaktadır. H. Aygün de bunlardan biridir. Amacı açık ve nettir; "reklamın iyi ve kötüsü olmaz!"
Bu tipler "ne kadar kokarsa o kadar iyidir!"
Böyle insanlara "ölü muamelesi" yapmak gerek yani iyi ve kötüsü ile sanki yaşamıyorlarmış gibi davranmak veya eskilerin tarzı ile "düşkün" olarak görüp, toplumdan dışlamak ve avluya sokmamak lazım!
Not: Kişiye yönelik yazı yazmak tarzım olmadığı gibi pek hoşlandığım bir şey de değildir. Vicdanım beni rahat bırakmadığı için bu tarz bir yazı kaleme alıyorum. Bu vatandaş ile alakalı olağanüstü durumlar haricinde tek bir satır dahi yazmayacak, adını da zikretmeyeceğim.