Sabahları seyredilmeye değer ritüellerden biri çobana ineklerin teslim edilme seremonisidir. Sağıldıktan sonra ahırlardan çıkarılan inekler, ara sokaklardan arkalarında sahipleri, köyün çıkışındaki boş alana getirilirler. Ahırdan çıkar çıkmaz komşularla başlayan muhabbet yol boyunca tatlı bir gevezelikle sürer. Bir şekilde ortak bir hayatı paylaşan herkesin buluştuğu bir arenaya döner köyün çıkışı. Herkesin kendi bildiğini okuduğu, kendini sonuna kadar haklı hissettiği sonu gelmez tartışmalar, laf atmalar, gün içerisinde yapılacak işlerin örgütlenmesi kendi doğallığında burada halledilir. Mesele önemliyse ve tartışmalar derinleşirse çobanla beraber Kortê Garo'ya kadar, olmadı Kavak'a kadar yol gidilir. Neredeyse her sabah tekrarlanan bu durumu izlemek, bir parçası olmak, güne başlamak için köyde en doğru zamanlardan biridir.
Yine böyle bir sabah henüz ortada kimse yokken bir taşın üzerine oturmuş bekliyorum. Sığır nöbeti sırası kendisine gelen Apê Xid görünüyor önce. Uzun boyu, iri gövdesi, yetmiş yaşına rağmen çevik hareketleriyle elindeki değneği sağa sola sallayarak, söylenerek hızlı hızlı yürüyor. Beni görünce aramızdaki mesafeye aldırmadan başlıyor bağırmaya. Sesi rüzgârın uğultusuna karışıyor, titrek, hüzünlü bir hal alıyor.
- Ez nikarim çi bikim. Kesi re çi bêjim. Ewe fêm nakin. Kes kesî naxwaze. Herkes birbirinin kötülüğünü istiyor.
- Çi bû Apê Xid. Çima hêrsketiye?
Diye araya giriyorum.
Sanki bana değil de boşluğa konuşurken, söylediklerini duyan birinin olması şaşırtmış gibi bakıyor yüzüme. Sesine söyleyeceklerinin etkisini daha da arttıracak bir ağırlık katarak sürdürüyor konuşmasını.
- Eskiden böyle değildi insanlar. Her şey kötüye, iyice kötüye gidiyor. İtikat kalmadı. Erkân kalmadı. Saygı kalmadı. Hak, hakîkat yolu kapanmış.
Aşağıdaki meydana havlayarak ve boğuşarak köpekler geliyor önce. Arkasından da eşekler koşturarak kumlara sırtüstü uzanıp debeleniyor, ortalığı toza dumana katıyorlar.
Açık maviden soluk griye dönmüş, eskimiş şalvarı ve kasketiyle, çıplak ayaklarıyla gelip başımda dikiliyor Apê Xid. Elindeki değnekle toprağa ritmik vuruşlar yaparak konuşmaya hazırlanırken söze giriyorum.
- Sadece bizim köydeki insanlar böyle değil her yerde böyle.
Diyorum.
- Niye böyle? Sen söyle, niye? Niye düşkünleşti insanlar? Anamız babamız bizi yapmayın etmeyin diye diye büyüttü. Şimdi ana babalar ne diyor çocuklarına, ne anlatıyor? İnsanlığını kaybetmiş dünya, insanlığını kaybetmiş insan ne anlatacak çocuklarına. Varsa yoksa para. Para anlatacak, para konuşacak. Doğumdan hakka yürüyene kadar, yoksulların carına yetişen Xizir, neredesin? Eskiden herkes fakirdi. Yokluk vardı. Ama birlik vardı. Yol vardı. Yol kardeşliği vardı. Hepimiz davarcılık yapardık. Davar para etmez, yağ, çökelek, buğday para etmezdi. Para bilmezdik. Kimse bir dakika yerinde durmazdı, çalışırdı, gayretliydi. Günde iki kez Kaniya Gulo'ya gider, gelirdik. Davarı götürür, sonra sağılması için öğlen getirir, yine götürürdük. Her yeri ekerdik bu dağı taşı hep orakla biçerdik. Ya şimdi? Kanıya Gulo'ya yılda bir kez gezmeye gitmeye çekinir oldu insanlar, uzaktır diye. Tembelleşti insanlar. Arpa, buğday ekiyor, bahçe yapıyorlar. Sonra veriyorlar suni gübreyi. Toprak artık gübresiz verim vermez oldu. Toprak öldü. Toprağı öldürdük. Toprağın, ağacın, suyun, dağın dilini unuttuk. Onların dilini çözmüştü eskiler. Biz unuttuk. Ne kurt kaldı ne kuş, ne de su. Her şeyi öldürdük.
Meydan dolmaya başlıyor. Kadınlar ineklerini meydana bırakıp dönüyorlar hemen. Evde sabah sağılan sütler kaynatılacak, yağ çökelek çıkarılacak, ayran yapılacak daha. Erkekler gruplar halinde hararetli tartışmalara girmişler bile. Epeydir sözlerimize kulak misafiri olan köyun gençlerinden Kado yanımıza yaklaşıp konuya ortasından giriyor.
- Yaw su çok çok. Her yer su. Çok şükür suyumuz da bol, her şeyimiz bol. Ama akıl yok (Apê Xid'a sırıtarak) akıl önemli. Allah insana akıl vermiş ama kullanmayı bilene. Ben olsam suyu paralı yaparım. Bak o zaman suyu mıkına verirler mi?
- Ben senin aklına... Ne diyeyim sen söyle. Senin aklında budur he. Bulut... aklın bulutlarda senin. (bana dönerek) Bak gördün mü yirmi dört saat para. İnsanlık mı kalır. Aşağı köylerde anayola yakın diye, para ediyor diye, herkes toprağını satıyor. Bunun sonu nereye varacak. Sen söyle! Yeni evler yapılacak, yeni yollar yapılacak, yeni insanlar gelecek, dertler de çoğalacak. Bunun sonu kötü, ben söyleyeyim. Para insanı küçülttükçe küçültecek. Fare gibi kemirecek. Ben bu çoluk çocuğa bir de hayvanlara üzülüyorum. Kimsenin umurunda değil. Bak burası Dar meydanıdır. Bizimki sadece Dar değil Didar da açmaktır. Bu bütünün içinde, taşı, toprağı, suyu, böceği okumaktır. Yol bir, sürek bin birdir.
- Yahu Apê Xid sende iyice kararttın içimizi sabah sabah. Hep şikayet, hep nasihat. Herkes halinden memnun baksana.
Diyor Kado.
- He he memnun. Niye çocuklarınızı gönderiyorsunuz ya hiç düşünmeden Almanya’ya, Fransa’ya. Orda ne yapar, nasıl yaşar bu çocuklar. İnsan ana baba ocağını. Ana baba mezarını terk eder mi?
Elindeki çubuğu kaldırıp karşı tepedeki düzlüğü gösteriyor.
- Aha bak karşısı Xeravan. Eskiden köy oraya kuruluymuş. Evler, kilise, bahçeler, üzüm bağları. Ne kaldı onlardan geriye? Mezarları bile kalmadı. Ev yaptık, bahçe yaptık üzerlerine. Bizden ne kalacak? Kimler bizim mezarlarımızın üzerine su deposu, araba garajı yapacak. Unuttuk. Ölümü bile unuttuk. Bizde ölüm yoktur. Hakka yürümek vardır. Gömmek yoktur. Toprakla sırlanmak vardır. Dört kapı kırk makamdan geçip kâmil olanlar bilir birliği, sırlanmayı. Cümle canla muhabbet eden, sevgi besleyenler geçer o kapılardan.
Artık herkes toplanmış meydana. İnekler meydanı terk edip Kortê Garo'da gözden kaybolmuşlar bile. Apê Xid yırtık bez çantasını sırtına atıp yola koyulmadan önce gözlerimin içine sevgiyle bakarak "Yol, cümleden uludur" diyerek hızlı adımlarla uzaklaşıyor.