Sadece ruhları öldürülmüyor çocukların ne yazık ki, kendilerini yoksul ve geleceksiz bırakan sistemin farkına varıp siyasallaştıklarında da öldürülüyorlar.

"Yoksul evlerde milyonlarca çocuğun sinirli, hırçın, problemli yetiştiği bir ülkedeyiz. Ben geleceğe o evlerden de bakmaya çalışıyorum. Siz bakmıyor musunuz?" İdris Küçükömer

İnsanın anavatanı çocukluğuymuş. Düşünsel, duygusal dünyamızın temelinin, içimizin derinliklerinde bir bilinmeze, sırra dönüşmesi ve sonrasında başka biri olmamız değil midir büyümek. Çocukluğumuzun ele avuca sığmaz, neşeli, meraklı ve güneşli bahçelerinden, soğuk, solgun, asfalt yollara düşmek. Yetişkinlik, bir tür yersiz yurtsuzluk hali. Kendini terk etmenin trajedisi. Kendi hazırladığımız labirente sıkışmak ve orada kaybolmak.

Çocukluk çağımdan bir masal sahnesi gibi hafızamdan kaybolmayan manzara, uzun kış akşamları tüm ailenin yerlere serilmiş döşeklerde bir arada uyuduğu o büyük salon. Gaz lambasının, rocindaki ateşin çıkardığı alevlerin ve seslerinin duvarlarda ve yüzlerdeki yansımaları. Bir zamanlar kim olduğumu hatırlatan, anadilimde dinlediğim masalların, hikayelerin, başka köylerdeki insan öykülerinin, hiç bitmeyen köy işlerinin konuşulduğu o gecelerden bugünlere kalan izler. Dışarıda dolunayın ve kar örtüsünün aydınlattığı beyazdan daha beyaz bir gece.

Önümüze serilmiş dünyanın tadını çıkardığımız o dönemlerin tüm ayrıntılarını, yıllar sonra hemen hemen aynı şekilde bulmak, zamanda geriye gitmek gibiydi benim için. Aynı sokak, aynı patika, aynı merdiven, aynı salon, aynı bahçeler, kokular… İnsana kendini yurdunda hissettiren şeyler belki de bunlardır. Yıllar sonra köye döndüğümde tanıştığım çocuklar da belki bir gün benimle aynı şeyleri yaşar ve benzer duygular içerisinde olurlar.

İnsanın yüreğine işleyen masumiyetlerinin arkasına gizlenmiş, kök salmış bir sıkışmışlık, belirsizlik taşıyor çocukların gelecekleri. Kim bilir hangileri çocuksu bir hevesle düşledikleri hayata kavuşabilecek. Şimdi köyün ötesinde daha önce görmedikleri dereleri keşfediyor, çıkmadıkları tepeleri aşıyor, uzak, mavi ufuklardaki bilmedikleri dünyaların gizemlerini merak ediyorlar.

Köydeki çocukların en belirgin özelliği coşkulu bir ruha sahip olmaları. İçlerinde doğanın onlara sunduğu zenginliğin, çeşitliliğin suları akıyor. Karşılaştıkları en sıradan şeylerde bile bir güzellik bulan, süsledikleri gerçeklikleriyle eğlenen, küçük şeylerle ancak hayata derin anlamlar katılabileceğinin farkında bir bilgelik onlarda gördüğüm.

Henüz tohum halindeyken ruhlarını zehirlediğimiz çocukların, duygularını, tutkularını, heyecanlarını, neşelerini, kendi karanlık gerçekliğimize teslim olması için zorluyoruz. Kendi bilinçsizliğimizin, yüzeyselliğimizin ve hatta cehaletimizin kurbanları haline getiriyoruz. Bizden çalınan sevgi ve mutluluk evreninin faturasını çocuklarımıza ödetmeye çalışıyoruz.

Onlar için yapabileceğimiz en büyük iyilik bu can çekişen, çürümüş, yozlaşmış ‘örgütlenmiş kötülük’ toplumunun ve sisteminin dışında kalmalarını sağlamak. Zihinsel ve duygusal dünyalarını özgürce geliştirebilecekleri alternatif bir yaşam ve eğitim modelleri üzerine düşünmek ve örgütlemek olmalı.

IMG-20221121-WA0002

Fotoğraf: Serdar Faik Işık

Diyalektik düşüncenin tohumlarını atan Efesli filozof Herakleitos bir gün çocuklarla aşık kemiği oyunu oynarken, kendisine yaklaşan insanların şaşkın bakışları üzerine onlara hakaret eder ve “Sizlerle devlet yöneteceğime çocuklarla oyun oynarım” der. Ve yine başka bir yerde "Hiç eksik olmasın zenginliğiniz Ephesoslular, olmasın ki, alçaklığınız belli olsun" der.

Çocukları bu eşitsiz sistemin ve onun etkisindeki yetişkinlerin ‘alçak’lığından kurtarmalı. Köyde, doğanın ve hayatın tam göbeğinde, ülkedeki en iyi okulun öğretebileceklerinden daha fazlasını, bitkilerden, ağaçlardan, topraktan, hayvanlardan, yıldızlardan, oyunlar oynayarak, paylaşarak ve dayanışarak öğreniyorlar. Ancak yetişkinlerin sosyal ortamında, onların değerler dünyasından etkilenen çocuklar, okul gibi sistemin kurumları aracılığıyla ‘eğitiliyorlar’ yani öldürülüyorlar.

1969 yılında komünist bir üniversite öğrencisinin faşistlerce öldürülmesi üzerine oğlunun cenaze töreninde annesi; “Benim içim yanıyor çocuklar... ah ki ah oğlumun emeğini eline verdiler...” diye feryad eder. Bu ölüm üzerine ‘Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzler’ için ‘Meçhul Öğrenci Anıtı’ şiirini yazan Ece Ayhan; “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında/ Bir teneffüs daha yaşasaydı/ Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür /Devlet dersinde öldürülmüştür.” diye seslenir. Sadece ruhları öldürülmüyor çocukların ne yazık ki, kendilerini yoksul ve geleceksiz bırakan sistemin farkına varıp siyasallaştıklarında da öldürülüyorlar.