Bu ayaklanmalar çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü bir özellik taşımaktadır ki, bu ayaklanmaların sınıfsal karakterini öne çıkarır.

“Sedirde al yeşil, dal dal bursa ipeklisi,

Duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,

Gümüş ibriklerde şarap,

Bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.

Öz kardeşi Musa'yı ok kirişiyle boğup

Yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak

Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkâr idi.” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

1936’da şayet Nazım Hikmet Şeyh Bedreddin Destanı’nı yazmasaydı, belki de Şeyh Bedrettin bu kadar bilinmeyecekti. Bilinmesine biliniyor da ne kadar anlaşılıyor? Kendisine Anadolu ve Mezopotamya halklarının liderleri diyen sosyalistler, devrimciler on yıllarca bize Thomas Morus’un (Utopia-1516), Campanella (Güneş Ülkesi), Francis Bacon (Yeni Atlantis) Henri de Saint Simon, Charles Fourier ve Robert Owen'u anlatıp durdular, dönüp kendi topraklarında yetişen hem ütopya hem de ütopyasının militanlığı yapan Mani’yi, Babek’i, Şeyh Bedreddin’i, Baba İsak’ı, Baba İlyas’ı görmediler, anlatamadılar, yaşayamadılar.

Ütopyayı sosyalist hareketler toplumların ilerlemesinde momentum olarak gördüler. Bunda haklılık yanı olmasına karşın, kendi topraklarında, toplumla tarihsel, kültürel bağlar oluşturan, daha anlaşılır ve gerçekleşebilir olan değerleri değil, uzakta; gerçekleşme ihtimali daha düşük, anlaşılması zor örnekleri toplumun önüne sürdüler. Bu durum aslında uygarlığı Batı ile sınırlayan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre uygarlık sadece Batı toplumları tarafından üretilebilir. Doğu toplumlarının böyle bir yeteneği veya geleneği yoktur.

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin

Şeyh Bedreddin Mahmud, Bedreddin Simâvî veya Simavnalı Bedreddin (1359 -18 Aralık 1420, Serez), İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensup mutasavvıf, filozof ve Osmanlı kazaskeri; “Şeyh Bedreddin İsyanı” diye bilinen siyasi ayaklanmanın lideridir.

Seyh Bedreddin Bursa Kadısı Koca Mahmut, Konya’da Allame Feyzullah’dan eğitim görmüş, daha sonra Suriye’ye ve Kahire’ye geçerek Mübarekşah Mantiki’den ihahiyat, felsefe ve mantık eğitimleri almış; sonrasında Kahire’de inziva halinde yaşayan Hüseyin Ahlati’den tassavuf okumuştur. Bedreddin, Hüseyin Ahlati’nin emriyle Tebriz'e ve sonrasında Kazvin'e giderek Bâtınî inancını öğrenerek Kahire'ye dönmüştür. Şeyh Bedreddin, Memlûk sultanı Berkuk' un saygı gösterdiği Hüseyin Ahlatî'nin tavsiyesiyle sultanın oğlu Ferenc'in hocalığına tayin edilmiş ve burada bulunduğu sırada fıkıh eserlerini yazmaya başlamış ve 1397'de şeyhinin ölmesi üzerine onun yerine şeyh olduktan bir süre sonra Anadolu'ya dönmüştür. Anadolu'ya geldiği zaman yerleşimleri dolaşarak tasavvufunu yaymaya başlamıştır. (Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı)

Şeyh Bedreddin pek çok dini kavramı bir Vahdet-i Vücud feylesofundan ziyade en hacimli eseri olan Varidat’ta belirttiği şekliyle materyalist bir feylesof usulüyle açıklanmıştır. Aklı hiç olmadığı kadar ön plana çıkarmıştır. Aynı özellik Hüseyin Ahlatî’de de görülmektedir.

Ahlatî’nin eski materyalist İslâm feylesoflarından İbn’ür-Ravendî, Ebubekir Zekeriyya-yı Razî ve Ebu’l-Âlâ el-Maarrî’nin mektebine mensup olduğu göz önüne alınırsa, Şeyh Bedreddin’e tasavvufun yanında maddeci bir felsefeyi de enjekte ettiği görülür ve Şeyh Bedreddin’e sirayet eden bu akılcı üslûbun İslâm hukuku ile alakalı yazdığı Cami’ul Füsuleyn ve Letaifu’l İşarat isimli eserlerinde su yüzüne çıkması şüphesiz Ahlatî’nin gizem kaynağı olan bu tarzını işaret eder niteliktedir. (Birey.Net)

Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi Şeyh Bedreddin Anadolu’da ‘sosyal devrimleri’ başlatan filozofların başında gelmektedir. Bedreddin'in entelektüel yaşamı Edirne, Bursa, Konya, Halep, Kahire ve Tebriz gibi dönemin kültür başkentlerinde geçiyor. Yaşının olgunlaştığı dönemde teolojik görüşlerden sıyrılarak sosyal ve ekonomik sorunlara yöneliyor, görüşleri politik bir çerçeve içinde halkın sorunlarına yoğunlaşıyor ve ortakçı bir toplumun kurulması için hem teorik hem de pratik bir devrimci faaliyete dönüşüyor.

Şeyh Bedrettin ilhamını, Mezopotamya’da tarihsel süreç içinde gerçekleşen Manicilik, Mazdekçilik, Babek, Karmat, Hassan Sabah gibi toplumsal düşünce ve eylemlerden yine Maraş, Adıyaman, Kahta, Gerger, Elbistan, Kefersud (Doğanyol), Harran, Urfa, Amasya ve Tokat gibi illerde etkili olan Babai Ayaklanması (1240) gibi tarihsel düşünce ve eylemlerden alıyor. Kendisinden sonra da bu düşünce ve eylemler Şahkulu, Kalender Çelebi, Bozoklu Celal ve Pir Sultan olarak devam eder.

Bu hareketlerin ortak özelliği, toplumsal ve sınıfsal nitelik taşımasıdır. Başkaldırı; merkezi yönetimlerin beylik, derebeylik sistemi üzerinde köylü sınıfına uyguladığı ağır vergiler, açlık, topraksızlık ve sömürü düzenidir. Babai Ayaklanması’da Türkler, Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Araplar, Süryaniler, Terekemeler Müslüman, Hristiyan veya Alevi olarak ayrışmadan birlikte hareket etmişlerdir. Şeyh Beddredin Ayaklanmasında da Torlak Kemal bir Yahudi’dir. Börklüce Mustafa, Kızılbaş toplulukları arasında "Dede Sultan" olarak biliniyor. Bedreddin bir İslam Alimi’dir, Hocası Hüseyin Ahlati (Müridinin Gölgesinde Kalmış Büyük Şeyh) bir Kürt’tür, İslami Metaryalist düşüncenin öncülerinden biridir. Kısacası, bu ayaklanmalar çok etnikli, çok dinli ve çok kültürlü bir özellik taşımaktadır ki, bu ayaklanmaların sınıfsal karakterini öne çıkarır.

“Eşher idi cümleden Seyyid Hüseyin

Evra’idi cümleden Seyyid Hüseyin

A’lem idi cümleden Seyyid Hüseyin

Akdem idi cümleden Seyyid Hüseyin” (Halil bin İsmail- Menakıb-ı Şeyh Bedrüddin ibn Kadı İsrail -Şeyh Bedreddin’in Torunu)

Şeyh Bedreddin ile Hüseyin Ahlati arasındaki dostluğu/birlikteliği, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak şöyle tarifi eder: “Bu dostluk bize, Ahmed Yesevî ile Arslan Baba, Mevlâna Celaleddin Rumî ile Şems-i Tebrizî, Yunus Emre ile Tapduk Baba arasındaki bağı haâtırlatıyor. Nasıl ikinciler birincileri tasavvufa sülûk ettirmede ve şahsiyetlerinin oluşmasında büyük bir rol oynamışlarsa, Şeyh Hüseyin Ahlatî’nin de Şeyh Bedreddin üzerinde gösterdiği ve bu fakihi tasavvufa ısındırıp üstelik en yakın dostu olduğu anlaşılıyor.”

Ortakçı Toplum; “yârin yanağından gayri”

“O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kâin ve avam lisanında Stilaryum-Karaburun tesmiye edilen dağlık bir memlekette âdi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Stilaryum Sakız adası karşısında kâindir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arâzi gibi şeylerin kâffesinin umumun mâli müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.” (Mehemmed Şerefeddin Efendi 1925-1341- Simavne Kadısı oğlu Bedreddin)

Şeyh Bedreddin önce Karaman ve Germiyan Beyliklerinin topraklarına gider. Gittiği yerlerde tanınmaktadır. Buradan Menderes Vadisi boyunca ilerleyerek Aydın'a gelir. Menakıbname'ye göre yolu üzerindeki Nizar köyünde en önemli müritlerinden Börklüce Mustafa (Dede Sultan) ile tanışır. Daha sonra Tire üzerinden İzmir'e geçer. Menakıbname'de İzmir'den Hristiyan nüfuslu Ceneviz hakimiyetindeki Sakız Adası'na geçtiği anlatılır. Kütahya ve Domaniç üzerinden Bursa'ya yaptığı yolculuğu sırasında Sürme köyünde diğer önemli müridi Torlak Kemal ile tanışır.

“Hep bir ağızdan türkü söyleyip

Hep beraber sulardan çekmek ağı,

Demiri oya gibi işleyip hep beraber,

Hep beraber sürebilmek toprağı,

Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,

Yârin yanağından gayrı her şeyde

                                         Her yerde

                                                       Hep beraber!

                                          Diyebilmek

                                            İçin.” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

Bedreddin, kazaskerliği sırasında kethüda olarak yanına aldığı Börklüce Mustafa, Bedreddin'in sürgüne gitmesiyle beraber Aydın'a döner. Burada Osmanlı idaresinden memnun olmayan köylüleri ve yoksul dervişleri etrafına toplayarak isyan eder. İsyanın merkezi Karaburun Yarımadası'dır. İsyancıların sayısını Bizanslı tarihçi Dukas 6.000, Osmanlı tarihçilerinden Şükrullah bin Şehabettin 4.000, İdris-i Bitlisî ise 10.000 olarak verir.

“O ateş ki kalbimin içindedir, tutuşmuştur, günden güne artıyor.

Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna eriyecek yüreğim...

Ben gayrı zuhur ve huruç edeceğim!

Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.

Ve kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını

İptal edeceğiz” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

İsyanı bastırmak üzere harekete geçen Saruhan Beyinin ordusu bozguna uğrar. Bunun üzerine Sultan Çelebi Mehmed (I. Mehmed) oğlu Murat ile veziri Beyazıt Paşa'yı bölgeye yollar. İsyan bastırılır, isyancılar Börklüce Mustafa'nın gözü önünde kılıçtan geçirilir. Börklüce Mustafa ise bir deve üzerinde çarmıha gerilerek öldürülür ve şehirde dolaştırılır.

“Akdeniz yakası, Aydın elleri

Kuşlar gider bizim Dede Sultan’a

‘Varalım’ dedik, ‘görelim’ dedik

Yapışıp sabanın sapına

Çolkardeş toprağını

Biz de bir yol,

biz de bir yol sürelim’ dedik” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

Rumeli'ye geçerek Edirne'ye yerleşen Şeyh Bedreddin burada kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek faaliyetlerini genişletmiştir. Şeyh Bedreddin'in bu faaliyetleri Osmanlı Devleti'nin parçalanıp şehzadelerin birbirleriyle mücadele ettiği döneme denk gelmiştir. İlim ve erdemi etrafta duyulmuş ve Edirne'de hükümdarlığını ilan etmiş olan Musa Çelebi tarafından 1411 yılında kazasker tayin edilmiştir. Çelebi Mehmet, kardeşi Musa Çelebi karşısında galip gelip 1413 yılında hükümdar olunca Şeyh Bedreddin kazaskerlik görevinden alınmış, ilim ve erdemine saygı duyulduğundan maaş bağlanarak İznik'te oturtulmuştur. Şeyh Bedreddin, eski müritleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in faaliyetlerini ayrı ayrı yerlerde (Aydın ve Manisa) arttırdıklarını duyunca hacca gitmek bahanesiyle çocuklarını bırakarak önce Kastamonu'ya, oradan da Sinop'a geçmiştir.

1416 yılının yaz aylarında maiyeti ile birlikte Kırım'a geçmek üzere gemiyle Sinop limanından ayrılmış, ancak aynı sıralarda o bölgede Trabzon İmparatorluğu ve Ceneviz donanmaları arasındaki mevcut savaş hali nedeniyle oraya ulaşamamıştır. Bunun üzerine mecburen rotasını Karadeniz'in batı sahillerine çevirmiş ve Eflak voyvodasına sığınmıştır.

Daha sonra Eflak'tan ayrılıp, Osmanlı topraklarına geçmiş ve Silistre, Dobruca taraflarında görüşlerini yayarak çok sayıda taraftar kazandıktan sonra ayaklanmanın merkezi olarak Deliorman'ı seçmiştir. (Zehiroğlu, A.M. "Trabzon İmparatorluğu") 

“Bir gece bir denizde yalnız yıldızlar

                                         Ve bir yelkenli vardı.

Bir gece bir yelkenli geçip Karadeniz’i

                                             Gidiyordu Deliorman’a

Bu orman ki Deliorman’dır gelip durmuşuz

Demek Ağaçdenizinde çadır kurmuşuz.

Bir kızılca kıyamet!

Karışmış birbirine

                  At, insan, mızrak, demir, yaprak, deri,

                  Gürgenlerin dalları, meşelerin kökleri.

Ne böyle bir âlem görmüşlüğü vardır,

Ne böyle bir uğultu duymuşluğu var

                              Deliorman deli olalı beri.” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

Şeyh Bedreddin üç ayrı yerde birden müritleriyle birlikte ayaklanma başlatmıştır. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının bastırılması sonucu Şeyh Bedreddin ve yanındakilerin moralleri bozulmuş ve şeyhin etrafındakilerin bir kısmı dağılmıştır. Küçük bir çarpışmadan sonra ele geçirilen Şeyh Bedreddin, padişahın bulunduğu Serez'e gönderilmiş ve burada yargılanarak 1420 yılında Serez'de idam edilmiştir. (Osmanlı Tarihi.Çilt II.)

“Bedreddin baktı kemerlerden dışarı.

Dışarda güneş var.

Yeşermiş avluda bir ağacın dalları ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar.

Bedreddin gülümsedi.

Aydınlandı içi gözlerinin, dedi:

— Mademki bu kerre mağlubuz netsek, neylesek zaid.

Gayrı uzatman sözü.

Mademki fetva bize ait verin ki basak bağrına mührümüzü.

 …

Yağmur çiseliyor, korkarak, yavaş sesle, bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor, beyaz ve çıplak mürted ayaklarının ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor, Serez’in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkânının karşısında Bedreddin’im bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor. Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.

Ve yağmurda ıslanan yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin çırılçıplak etidir.

 Yağmur çiseliyor.

Serez çarşısı dilsiz,

Serez çarşısı kör.

Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü

Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor.” Nazım Hikmet (1936 Şeyh Bedrettin Destanı)

Not: Bedreddin’in Kemikleri 1961'de Divanyolu'ndaki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedilmiştir.