“Dünyamın benim dünyam olduğu kendini şurada gösterir ki, dilin (yalnızca benim anladığım dilin) sınırları, benim dünyamın sınırlarıdır.” Ludwig Wittgenstein

Bahçe ve bostan işleriyle ilgilenenler, sınırlarda yaşayan bitki ve ağaçların daha iyi geliştiğini gözlemlemiştir. Çayırların bittiği ormanın başladığı sınır çizgilerindeki alanlarda da bitki örtüsü daha zengindir. Mantarlar çoğunlukla bu alanlar da bulunur. Tabii sınırı düz bir çizgi olarak düşünmemeli. Daha büyük ölçekte bakıldığında, binlerce kilometreye ulaşabilen geniş alanlarda sınır çizgisi olarak anlaşılmalı. Ekolojik literatürde bitişik ekolojik sistemlerin arasında kalan alanlar diye tarif edilen sınırlar, bünyelerinde barındırdıkları zengin ekolojik çeşitlilik ile birçok bitki ve hayvan türünün ve insanlığın ortak yaşam alanı olmuştur. Sınırın zenginliğinin ve verimliliğinin sebebi heterojen olmasıdır. Bitişik olduğu, temas ettiği her iki tarafın zenginliğini, çeşitliliğini içine alır sınır. Hem güneşi hem gölgeyi, hem sıcağı hem serini, hem nemi hem kuru ortamı vb. ara karakterlerinin imkanlarıyla var olur. Siyasi haritalardaki bazı sınırlar cetvelle çizilmiş olsa da dağ, tepe, orman ve nehirleri gösteren haritalarda sınır yoktur. Doğanın kendi sınırları nehirler, dağlar, orman ve çayır alanlarının sınırlarıdır ve bunlar geçişkendir, akışkandır.

Bilim ve felsefe bize evrenin sınırsız ve sonsuz olduğunu söyler. İnsan ise ölümle sınırlıdır. Doğum ile ölüm arasındaki boşluktur insanın sınırı. Sınırlılığını ilk fark ettiği yer çocukluğudur insanın. Beslenmesi, barınması, hayatta kalması başkalarının yardımıyla mümkündür. Fiziksel, zihinsel, dilsel sınırlılıklarını çocukluğunda fark eden insanın, sınırlılıklarıyla mücadelesi ve onları aşma çabası ölümüne dek sürer. Bu yönüyle hayat, sınırlarının farkına varma sonrasında bunun ötesine geçme, aşma, genişleme, değişim, dönüşüm sürecidir. Temelde ölümle sınırlanmış, doğum sonrası muhtaç ve zayıf bir canlı olsa da insan, bilinci ve kapasitesiyle potansiyel olarak sonsuzu düşünebilen sınırsız bir akla sahip. Bilinmezliğin sınırlarını zorlayan insan hala zihnin sınırlarını bilmiyor oysa, bir sınırı da bu insanın.

Sınırsız bir düşünme ve gelişme potansiyeli olan insanın benliğini biçimlendiren toplumsallığının bugünkü eşitsiz sistemdeki karşılığı, egemenin, iktidarın düşünme ve eyleme sürecine uygun, uyumlu bir düşünme halidir. Bu uyumlu düşünme ve yaşama pratiğini aşmak, doğaya, hayata, topluma sınırdan bakmakla mümkün olabilir. Alışılmış düşünme ve yaşama pratiklerinin uzağında, uçta durmanın kazandıracağı yeni bir bakış, özgün bir algı sınırların aşılmasını sağlayacaktır.

IMG-20221231-WA0009

Parçası olduğumuz doğanın yasalarının sırlarına ersek de ermesek de o hep bir akış, oluş halindedir ve doğa yasaları dediğimiz şey de doğanın aklıdır. Aklıyla içinde olduğu her şeyi etkilemeye, belirlemeye çalışan insan, doğa yasalarıyla oluşan dengeyi bozan tek canlıdır. Kendini bilmenin, sınırlılıklarını ve belirlenmişliklerini bilmenin ötesine geçip kendisiyle birlikte tüm canlılığı yok edecek sınırsız bir iştahla tüketiyor dünyayı. Birlikte yaşamanın ilkeleri diye tanımlayabileceğimiz yasak, kural, ceza gibi uygulamaların zorunluluğu olmadan nasıl toplumsal bir biraradalıktan bahsedemiyorsak, doğayla ve canlılarla kurduğumuz biraradalığa da sınırlar getirilmeli.

Sınırlarla belirlenmiş bir devlet ve inşa edilmiş bir ulus hikayesiyle bir arada yaşamaya zorlanan insan, bu biçimiyle yine doğanın oluşuna, geçişkenliğine, akışkanlığına uymayan bir gerçeklikte yaşıyor. Bugünkü bu durağın, tıpkı doğamıza uymayan tüm belirlenmişliklerin aşılması zorunluluğu gibi aşılacağı, sınırsız, sınıfsız bir dünyanın, doğanın kendi doğal sınırlarına uyumlu bir toplumsal hayatın filizleneceği ümidiyle…