Şehirde hemen hemen her şey geçicidir. Hızlı akar, çabuk tükenir. En sıradan olaysız bir günde bile insanı emeğine ve doğaya yabancılaştıran ‘şey’ler hayatınızı, benliğinizi kuşatır
Kırdan bakarak uygarlık denilen, köyün sınırlarının ötesindeki birçok şeyi dışarda bırakma-bırakabilme lüksü bir çeşit özgürlük sunuyor insana. İnsanları belli bir mesafede tutarak kendinizi anlamaya, bilmeye, iç dünyanızın bütün katmanlarına inmeye, oralarda gezinmeye başladıysanız, hele bunu kendinizi doğanın tüm etkilerine açık tutarak yapabiliyorsanız şanslısınız demektir. Tabii bu kendinizi "keşfetme" eyleminin tek yolu münzevi bir hayatı seçmek değil. İnsan kendini her yerde keşfedebilir. Mesele kişinin kendi sesini duyması ve hakikatle sahici bir ilişkiyi samimiyetle kurması.
Küçük bir yerde yaşamanın öğreteceği ilk şey, ötekilerin belirlediği düşünme, yaşama ve hatta hissetme ‘zorba’lığından kurtulmak değil midir? Kimin söylediğini, nereden okuduğumu hatırlayamadığım "Sana kim olduğun söylenmeseydi, kim olurdun?" sorusu artık rahat bırakmaz sizi. Siz bu soru cevap sarmalında kendinize yeni anlamlar ararken; güneşin, rüzgarın, kuşların, ağaçların birliği, uyumu, tarlada bahçede çalışırken toprağın altında, üstünde her yerde bir tür aşkla devinen oluş hatırlatır size zamanla evrenin merkezinde olmadığınızı.
Şehirde hemen hemen her şey geçicidir. Hızlı akar, çabuk tükenir. En sıradan olaysız bir günde bile insanı emeğine ve doğaya yabancılaştıran ‘şey’ler hayatınızı, benliğinizi kuşatır. Kendinizi her şeye ulaşabilir, sonsuz imkanlar, fırsatlar, fikirler denizinde büyülü bir yanılsama ve derin bir boşluk içinde bulursunuz. Eksile eksile dolduğunu sandığınız o boşluk bir şekilde dolar. İnsanların çoğu o boşluğu kendisine ait olmayan, arzu etmediği, başkalarının belirlediği ve kendisinin seçtiğini sandığı anlamsız hayatlarla doldurur. Oysa ihtiyacımız olan şey, güneşli güzel bir günde, berrak bir gökyüzünün altında her taşını (kelimesini) kendi ellerimizle (düşlerimiz ve fikirlerimizle) üst üste çattigimiz bir duvara sırtımızı yaslayıp; kendimiz ve diğerleri için doğayı ve hayatı anlayabileceğimiz, hissedebileceğimiz bir şimdiye fırsat tanımaktır.
Uzak kaldığım seneler boyunca Dersim bir imge olarak yönümü bulmamı ve hafızamı diri tutmamı sağlayan bir dağ feneri gibiydi. Uzak bir düş ülke! Bugün köyde geçirdiğim bunca yıldan sonra şöyle tarif edebilirim dönüşümü; belki bilinmeyene diklenme cüreti ve yaşadığı hayattan memnun olsa bile onu değiştirebilme cesareti.
Sonbahar geldi. Gecenin insanı yalnızlığa ve hüzne boğan tüm etkileri sonbaharla birlikte gündüzü de işgal etti. Hatırlamanın ve hafızanın mevsimi gibi geliyor bana sonbahar. Şimdi solgun güneşin, puslu gökyüzünün altında hayata tutunmanın telaşı tüm canlılarda. Kış geliyor geçmiş kışların anısı sonbaharın kucağında büyüyor.